Öyle bir hal ki:
Bazı konularda
Ata sözüne riayet ve sadakat temel şiarımız oldu…
Çünkü biz,
Ne harabî ne harabatîyiz/Kökü mazide olan bir atiyiz…
Ve biz;
Allah’ın Kitabına bile,
Zulümlere, haramlara referans olduğu ölçüde riayet edip sadakat gösteren sivri zeka ve iş bilir müminleriz!
Acaba “Benim ümmetim işini bilir” mealinde bir hadis veya “Benim kullarım işini bilir” mealinde bir ayet var” diyen veya diyecek olan Medyasal müfessir/Tarikatsal muhaddis/Ehl-i Vukuf-u Fetva-i Diyanet,
Biz henüz duymasak da; olmuş mudur veya olur mu ki?
Bal sevmesek bile,
Sırf ata sözüne olan riayetimiz nedeniyle parmağımızı yalarız.
Hatta,
Bırak yalamayı,
Parmağımızı daldırır; somurur ve sömürürüz…
Su akarken,
Kendi testimizi doldurmayı bırak; eş-dost-akrabanın bile testisini doldurmaktan geri durmayız.
Hem de,
Aşıra-taşıra, döke-saça…
Mevzubahis devlet malı ise,
Keriz konumuna asla düşmeyiz.
Devlet malına “derya kuzuları” der; aksırıncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yeriz.
Doymak nedir bilmeyiz…
“Haram-helal ver Allah’ım/Kemter kulun yer Allah’ım” der,
Sonra da,
“Bizi sen yağsız-balsız, parasız-pulsuz,
Ve devlet malısız bırakma Allah’ım” diye, şükür yakarışı yaparız.
Ve yine,
O muhteşem atamızın sözüne riayetle;
Birbirimize baka baka kararır,
Hatta,
Kapkaralaşır,
Sonra da kalkar;
“Yok aslında biri birimizden farkımız/Hepimiz, tencere dibi kadar kapkarayız” demeden,
“Yolsuzluk” üzerinden,
Bir diğerimizi zemmeder,
Bizden olmayana haramzade der,
Ve,
Bir sarraf titizliğiyle; pirincin içindeki Ak/taş’ı ayıklamak için adalet reveransına girişiriz.
“En günahsız olanınız öne buyursun” demez;
Ayıklanan Aktaş’la, ötekini recmetmeye/taşlamaya başlarız.
Ama,
Sezen Aksu’nun tabiriyle tek ve en acı gerçek şu:
“Eller günahkar,
Diller günahkar,
Bir çağ yangını bu…
Bütün,
Dünya günahkar…
Masum değiliz hiçbirimiz…”
Artık,
Kim körü yara getirirse,
Veya,
Kör tuttuğunu öpe,
Yahut,
Kimin gücü kime yeterse…
Ah şu atasözlerinin gözü kör olsun…
Hele bir sorun; biz ne ve neden yapmışız?
Biz,
Atalarımız ne demişse onu yapmışız…
Yala demişler; yalamışız,
Doldur demişler; doldurmuşuz
Devlet malı deniz demişler; asla keriz olmamışız…
Ata sözlerini güncelleyip,
Çal ama çalış demişler; hamdolsun istisnasız çalmışız…
Şimdi ise kalkıp;
Yolsuzluk yapıyorsun, sen yolsuzsun diyorlar!
Ya yollu mu olsaydık…
Artık hal-i pür melalimiz neyse
Al birini vur ötekine…
Ben susayım; fıkra anlatsın öyleyse…
“Kilisede, iki şişe yıllanmış şarap kaybolur.
Şarap mahzeninin iki anahtarından biri papazda, biri zangoçtadır.
Şarabın kaybolduğunu gören papaz zangocu çağırır
Ve der ki:
“Zangoç efendi!
Anahtar sadece ikimizde var.
Şarapları ya sen aldın ya da ben.
Ben almadığıma göre hırsız sensin.
Ver ücretini, otur karşıma günah çıkart…
Zangoç tamam der…
Günah çıkartma kabininin gerisine geçen papaz sorar:
Zangoç efendi!
Mahzendeki falanca şarapları sen mi aldın?”
Zangoç, “Seni duyamıyorum papaz efendi” der.
İki üç sefer duyamıyorum cevabını alan papaz kızar:
“Yahu nasıl duyamıyorsun, aramızda bir metre mesafe var!”
Zangoç gayet sakin:
“Papaz Efendi yer değiştirelim, bende sana sorayım.”
Yerler değişir ve zangoç papaza sorar:
“Papaz Efendi!
Geçen gece, Dimitri’nin dul eşiyle, Salamon’un ikinci hanımıyla kilisede sabaha kadar aşna fişne yapmadın mı?
Kilise için toplanan paraları kim zimmetine geçirip hiç etti?”
Papaz cevap yerine şöyle der:
“Dediklerini duyamıyorum zangoç efendi!”.
Zangoç, “Papaz Efendi! Nasıl duyamıyorsun, aramızda sadece bir metre var” deyince;
Papaz der ki, “Haklısın bay zangoç buraya oturunca gerçekten duyulmuyormuş...”
Diğer bir fıkra ise diğer bir trajikomik halimizi şöyle anlatır:
“Sovyetler Birliği…
Stalin dönemi…
Adamın biri Kremlin Meydanı'nda "Diktatöre ölüm! Diktatöre ölüm!" diye bağırıyor…
Tabi daha üçüncü kez diyemeden karga-tulumba…
Polisler adamı Stalin'in huzuruna çıkartır.
Stalin adama sorar:
"Yoldaş!
Bu sözlerle kimi kastettin?"
Adam cevap verir:
“Efendim!
Elbette ki Adolf Hitler'i kastettim…"
Bunu duyan Stalin polislere dönerek:
“Peki,
Polis yoldaşlar!
Siz kimi kastettiğini düşünmüştünüz?.."
************
İmamoğlu İddianamesi
Geçen gün…
Bir TV kanalı ve bir yorumcu…
“İddianameyi gördüm,
Öyle böyle değil; kafam kadar… 2000 sayfa…”
Duyunca,
Çok gülesim geldi…
Neylersin; Allah işte…
Şaşırttığı kuluna “düşünü söyleyeyim derken oynaşını söyletir…”
Güya,
Kafam kadar diyerek,
Kalınlık mecazıyla,
İddianamenin vahametini anlatacak…
Ama,
Aslında,
Ne kadar kalın kafalı olduğunu cümle aleme açık ediyor; farkında değil!
Kaldı ki,
Bir iddianame, ne kadar uzun yazılmış ise,
İddianın ispatında o kadar zorlanılmış demektir.
Eğer bir iddia,
Gayet net ve somut ise,
İddianame de, o denli kısa/öz ve özet olur…
************
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş
Diyarbakır’da…
Kürtçe şiir okumuş…
Bence
Doğru olanı yapmış…
Ama arkadaş!
Diyarbakır’da doğru olan Ankara’da neden yanlış?
Kurtulmuş’un, Diyarbakır’da şiirini okuduğu dil,
Kurtulmuş’un başkanı olduğu mecliste “bilinmeyen bir dil”…
…Bu ne yaman çelişki Numan Kurtulmuş…
İran…
Ana dili Farsça…
Devlet Başkanı seçilen Pezeşkiyan…
İran Meclisinde Türkçe konuştu
Ve,
İran’da, ne yer yerinden oynadı, ne de İran meclisinin zabıt katipleri “bilinmeyen bir dil” diye not aldı.
Türkçe konuştu da ne oldu?
İran bölündü, parçalandı mı yani?
Yahu kardeşim!
Resmi dili başka olan birisi, senin dilini konuşunca ne güzel,
Resmi dili aynı olan birisi, ana dilini konuşunca ne beter!..
Hem perhizdesin, hem lahana turşusu yiyorsun.
Hem rüzgar var ve bizimdir diyorsun, hem labbanan rüzgara karşı tükürüyorsun…
Nerden baksan tutarsızlık/Nerden baksan ahmakça…
Kaldı ki,
“Bilinmeyen dil” deyince, Kürtçe, bilinmeyen dil olmuyor.
Üstelik,
Sana, “bilinmeyen dil” dedirterek, gayet bilinir bir dil olduğunu ikrar ettiriyor.
Laf zamanı gelince
Ağzın dolu dolu “Anadolu bir mozaik gibidir” diye hamasetin dibine vuruyorsun
Hem de,
Bir Kürt’ün Kürtçe’sine, “bilinmeyen dil” diyebiliyorsun.
Valla var ya,
Meclis oturumlarında bunu duyunca,
Gülesim geliyor ağlanası halimize…
Daha trajikomik olan ise,
Kendisi de Kürt olan,
Ve,
Anası veya ninesi Türkçe bilmediği için, Kürtçe konuşmak zorunda kalan bazı Kürt milletvekillerinin Ana diline “bilinmeyen dil” denmesine sessiz kalması veya “uydum imama” onaylamasıdır.
********
Peki, Biz Kimiz?
Sabah sabah,
Karafakılı’nın beyin yakan mesajıyla ifade ettiği gibi:
Artık,
Riyakârlığa bile gerek duymadan,
Sözde ve eylemde,
Saf kötülük/Saf şiddet/Saf utanmazlık şehvetinde,
Eşine az rastlanır,
Sadist örnekler sunan eşsiz bir topluluğuz!..