İki tartışmalı meşrutiyet bir meşruiyet tartışması…

Devr-i Abdülhamit,
Tartışmalı iki Meşrutiyet…
Sonra,
Kurucu Babalar… Atatürk ve Arkadaşları…
Başladı Devr-i Cumhuriyet…
Bugün,
Cumhuriyet’in 102. Yılı…
Urtopu gibi bir Meşruiyet Tartışması
Ve iktidarın meşruiyet arayışı…
Neden?
Çünkü yeniden ihtiyaç hissetti…
Hem de,
“Keşke, elimizin altında tutsaydık; bak işte, şimdi lazım oldu” dercesine…
Nasıl arıyorlar?
Film gibi…
İktidar sponsorluğunda bir film…
Filmin adı:
Meşruiyet Arayışı…
Üstelik çok ses getirsin diye;
Rica-minnet ve açık çek vererek,
Amerikalı aktör Trump bile minik bir rol almayı kabul etti.…
Filmden ilk fragman;
Washington’da çekilen Beyaz Saray sahnesi…
Sonra sıra geldi Ankara çekimlerine…

Tarih 1 Ekim 2025…
TBMM açılışı…
Cumhurbaşkanı konuşuyor:
“Türkiye'de, tek bir meşruiyet kaynağı vardır, o da aziz milletimizin tertemiz iradesidir.”
Aynı günün akşamı,
Cumhuriyet Resepsiyonu ve
İkinci fragman;
Cumhurbaşkanımızın etrafında tespih gibi dizilmiş muhalefet başkanları sahnesi…
İnce düşünülmüş ama aceleye getirilmiş bir sahne düzeni…
Cumhurbaşkanımızın sağında,
Gözden düşmüş “dünkü çocuklar…”: Davutoğlu ve Babacan…
Solunda ise,
Cennetten kovulmuş mücrimler: DEM Partililer…
Resepsiyon sahne yönetmeni:
Numan Kurtulmuş…

Neyse sadede gelelim:
Özetle;
Tüm bunlar Devr-i Cumhuriyet’te,
Meşrutiyet pratiklerine meşruiyet kazandırmak için…
Peki,
An itibariyle Washington ve Ankara fragmanı, izleyicide beklenen etki ve algıyı oluşturdu mu?
Bence hayır…
İlk cortlama,
Daha Beyaz Saray bahçesinde çekim ekibinin kamera arkası sohbetinde “babayı aldık” sözleriyle geldi.
İkinci cortlama,

Zorlama rollerle yapılan TBMM çekimlerinin oluşturduğu daha fazla soru işaretiyle geldi…

Hatta iktidarın, meşruiyet konusunda
Söylem-eylem çelişkisi daha da somutlaştı
Ve gerçeklikten ne kadar kopuklaştığı daha bir belirginleşti.
…belirginleşti derken?
Şöyle:
Cumhurbaşkanımızın ne demişti?
“Meşruiyetin tek kaynağı millettir…”
Ama ne gariptir ki,
Adı “Meşruiyet Arayışı” olan bu filmde, millet eksik…
Tıpkı gemi olmadan, “Nuh’un Gemisi” filmi çekmek gibi…

Buradan hareketle;
Fikr-i Ahali ve İntiba-ı İzleyici şöyle:
Meşruiyetten en çok bahseden meşruiyeti en çok azalandır,
Meşruiyeti en çok azalan meşrutiyete en çok yaklaşandır.
Meşrutiyete en çok yaklaşan,
Kaynağı yok sayıp; korsan kaynak arayandır… Asılı bırakıp vekile sarılandır.


Halbuki,
Defalarca,
Meşru bir zeminde, makul ve makbul bir şekilde meşruiyetin kaynağına başvurmuşsun.
Yani millete gitmişsin…
Ve,
Her defasında olumlu karşılık almış,
Güven tazelemişsin…
Peki şimdi?
Ebeveynini reddeden haramzade evlat gibi,
Gerek görmüyor; kaynağa (millete) gitmeyi yüksünüyorsun…
Ama,
Allah’ın sopası yok ki gözüne soksun…
Öyle bir an geliyor ki:
Ne yaparsan yap,
Kimlerle iş tutarsan tut; olmadı, olmuyor…
Eli mahkum,
Eşeğin sesi gelince teyemmüm bozuluyor
Ve,
Büyük kaybetmeye başlıyor,
Kazanamamak her geçen gün hız kazanıyor…
Böyle olunca da,
Apar topar meşruiyet toplamaya çalışıyorsun.
Üstelik önemsizleştirdiğin meşruiyetin ne kadar önemli olduğunun farkına vardığın için değil;
Sadece gerek duyduğun için, yeniden edinmeye çalışıyorsun.
Ama artık öyle bir yerdesin ki;
Kaybettiğini kaybetmediğin yerde,
Samanlıkta kaybettiğini, avluda aramaktasın.
Kolaycılık yapıyor,
Yanlışı yanlışla düzeltebileceğini sanıyorsun…
Neden?
Çünkü asıl amaç,
Meşruiyet aramak değil; gayrı meşru pratiğe meşruiyet kazandırmaktır.

İktidar sahipleri,
İkrar ve itiraftan kaçsa da,
Kendileri de çok iyi biliyorlar ki;
“Meşruiyetin tek kaynağı” denilen ahali, lisan-ı Mevlana ile şöyle diyor:
“Ey İktidar!
Asıl aldanan bizmişiz…
Bizim hancı senin yolcu olduğunu unutmuşsun…

Yaşadıklarımız ve yaşattıklarınla gördük ki;
Sen,
Bizi bırakmaya çoktan azmetmiş,
Başka bir yar, başka dostlar edinmişsin…
Şekerliğindeki zehir zarar vermezdi bize,
Sen,
O zehri o şekerle bir edip içirmek istiyorsun,
Yıllardır harama bulaşan gözüm, güzelliğine hırsız idi…
Sen,
Hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun ama hala pişman bile değilsin…
O halde paket paket pişmaniyeler…
Sana afiyet olsun…
Şunu anla artık:
“Sende evlat acısı bende kuyruk sancısı olduğu sürece; biz bir daha bir araya gelemeyiz…” diyen köylüden daha beter haldeyiz…

Bu arada söylemezsem olmaz dediğim bir konuyu söylemezsem olmaz:
CHP Medyası yazar ve yorumcuları…
Ve hatta,
Bazı CHP’ci siyasetçiler…
1 Ekim’de,
Erdoğan’la oturan muhalefet başkanlarına veryansın ediyor.
Kusura bakmayın ama buna ne hakkınız var ne de haddinizedir!
Aranızda kıyılmış bir Katolik nikahı da yok…
CHP şunu unutmamalı ki;
İktidar olmanın yolu, diğer muhalif partileri kırmaktan değil; ne suretle olursa olsun kazanmaktan geçer…
Davutoğlu ve Babacan…
Resmen CHP Medyasının mahalle baskısı altında…
Onlara da şaşıyorum,
Canhıraş şekilde “Hele bir sorun; neden gittim” telaşesinde…
Halbuki CHP’nin gitmeme tercihi ne kadar normalse, sizin de gitme tercihiniz o kadar normaldir…
Açıklama yapmak zorunda değilsiniz be kardeşim!
Bu durum yeniden gösterdi ki;
“CHP’nin politikalarını CHP mi yoksa CHP Medyası mı belirler” sorunu,
Özgür Özel ve ekibinin tüm çabalarına rağmen hala devam ediyor.
CHP Medyası,
Sanki CHP’nin siyaset mutfağı,
Genel Başkan ve ekibi ise,
Sanki legal zorundalıktan kaynaklı teşrifatçılar!

***********

Devlet Bahçeli ve Tom Barrack

Siyah ve beyaz kadar farklılar…
Tek ortak noktaları; soyadlarının B harfi ile başlaması…
Ama iki sene arayla ikisinin verdiği mesaj aynı…
Neden?
Niçin? Nasıl?
Yoksa tesadüf mü?
Yahut da Neşet Ertaş’ın “Kalpten kalbe bir yol vardır, görülmez” dediği gibi;
Acaba aralarında biz fanilerin boyunu aşan,
Çıplak gözle görülmeyen, derinden derine bir komünikasyon var da; biz mi bihaberiz?

Tarih 28 Mayıs 2023…
Bahçeli ne demişti?
…Çok şey değişecektir/her şey değişecektir…
Tarih 24-26 Eylül 2025…
Barrack ne dedi?

…Büyük değişiklikler göreceksiniz…
Fark göremiyorum; ya sen?

Günün Sözü
Eski ABD Başkanı Obama’dan:
“Dünyadaki sorunların yüzde 80'i, ölümden ve önemsiz kalmaktan korkan ve iktidarı bırakmak istemeyen yaşlı erkeklerle ilgili…
Piramitler inşa ediyorlar, her şeye isimlerini yazıyorlar ve sonra da bu konuda çok endişeleniyorlar!”

OGÜNhaber