Ekonomideki fırtına: Vatandaşın omzuna yüklenen ağır yük

Ekonomi bir ülkenin kalbidir. O kalbin ritmi ne kadar düzenli atarsa, toplumun nefesi de o kadar rahat olur. Fakat bugün Türkiye’nin kalbi, ne yazık ki ağır bir ritim bozukluğuyla çarpıyor. Çarşıya pazara çıkan herkesin gördüğü, market raflarında dolaşan herkesin hissettiği ve faturalarını ödemeye çalışan her vatandaşın içinden geçirdiği ortak bir cümle var: “Ekonomi gün geçtikçe kötüye gidiyor.”

Ne yazık ki bu sadece bir algı değil, çıplak gözle görülen bir gerçek. Ekonomik göstergeler hiç iç açıcı değil. Döviz kurundaki hareketlilik, altının tarihi rekorlara koşması, enflasyonun halkın cebine yansıması ve raflardaki fiyatların sürekli değişmesi… Tüm bunlar, toplumun geniş kesimlerini derinden sarsıyor.

Dövizin ve Altının Bitmeyen Yükselişi

Uzun süredir Türk lirasının alım gücü hızla eriyor. Dolar ve Euro karşısında değer kaybı neredeyse rutin hale geldi. Dün 30 TL olan kur, bugün 35 TL’ye dayanıyor; ertesi gün hangi seviyeye çıkacağı bilinmiyor. Euro, vatandaşın gündelik hayatında bir seyahat bileti ya da lüks bir ürünün fiyat etiketi değil, bizzat mutfak masrafını, elektrik faturasını, doğalgazı etkileyen bir unsur haline geldi.

Altın ise artık sadece düğünlerde takılan bir takı değil. “Güvenli liman” denilen altın, vatandaş için adeta bir barometre. Altın yükseldikçe, halkın kaygısı da artıyor. 5 bin TL psikolojik sınırını aşan gram altın, insanların geleceğe dair umutlarını törpülüyor. Eskiden kenara üç beş kuruş koyup altın almak isteyen dar gelirli, bugün pazardan aldığı sebzenin fiyatına bile yetişemiyor.

Hayat Pahalılığı: Garibanın Belini Büken Yük

Çarşıya çıkan, markete uğrayan herkes aynı tabloyla karşılaşıyor: Etiketler her gün değişiyor. Bir gün önce 30 TL olan ürün ertesi gün 35 TL, sonraki hafta 40 TL… Enflasyon sadece rakamlardan ibaret değil, doğrudan vatandaşın mutfağında, sofrasında, cebinde.

Dar gelirli aileler, ay sonunu getirmekte zorlanıyor. Çocuklarına bir kilo meyve almak bile lüks haline gelmiş durumda. Asgari ücretlinin maaşı, daha eline geçmeden eriyor. Süt, ekmek, peynir, sebze… En temel gıda maddeleri bile adeta altın fiyatına satılıyor.

 

Bu noktada gariban insanlarımızın yükünü düşünmemek imkânsız. Özellikle sabit gelirle geçinmeye çalışan kesimler, hayat pahalılığı karşısında adeta nefes alamıyor. Bir vatandaş, maaşını aldığı gün faturalarını ödedikten sonra mutfağa alışveriş yapacak parayı bulamıyorsa, orada ekonomi yönetiminde ciddi bir sorun var demektir.

Kira Krizi ve Barınma Çıkmazı

Türkiye’de ekonomik krizin en ağır hissedildiği alanlardan biri de barınma. Ev kiraları, vatandaşın maaşıyla yarışıyor. Büyük şehirlerde kira fiyatları, çalışanların aylık gelirine denk geliyor. İnsanlar maaşını sadece kiraya verir hale geldi.

Kira ödemek, artık orta sınıf için bile bir kabusa dönüşmüş durumda. Üniversite öğrencileri, yeni evli çiftler, memurlar, işçiler… Hepsi aynı çıkmazda. Ev sahibi olmak ise tamamen hayal oldu. Bir evin fiyatı milyonlarla ifade ediliyor. Bankaların verdiği kredi oranlarıyla, bir ömür boyu çalışsanız da bir ev sahibi olmak mümkün görünmüyor.

Bu tablo, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sosyal bir krizdir. Barınma, en temel insan hakkıdır. İnsanların başını sokacak bir evi olmadan huzurlu bir yaşam sürmesi imkânsızdır.

Ticarette Ahlak Krizi

Ekonomik kriz yalnızca rakamlarda değil, toplumsal değerlerde de kendini gösteriyor. Eskiden “ticaretin temelinde güven vardır” denirdi. Bugün ise güven duygusu yerini büyük bir bunalıma bırakmış durumda.

Her geçen gün fırsatçıların, çarkçıların sayısı artıyor. Herkes kafasına göre fiyat biçiyor. Aynı ürünü farklı dükkânlarda bambaşka fiyatlara görmek sıradanlaştı. Alıcı ile satıcı arasındaki güven ilişkisi ciddi şekilde zedeleniyor. Ticaret ahlakı büyük yara aldı.

Bu güven bunalımı, ekonominin çarklarını daha da zorlaştırıyor. Çünkü güven olmadan ne yatırım yapılır ne de ticaret yürür. Toplumun içten içe hissettiği huzursuzluk, işte bu ahlaki erozyonla birleştiğinde, tablo daha da karanlık hale geliyor.

Toplumun Ruh Hali: Kaygı ve Umutsuzluk

Ekonomideki bozulma, sadece cebimizi etkilemiyor; ruh halimizi de doğrudan etkiliyor. Umutsuzluk, kaygı, gelecek endişesi… Bunlar toplumun her kesimine sirayet etmiş durumda. Gençler geleceklerini yurtdışında arıyor, orta yaşlılar emeklilik kaygısı yaşıyor, yaşlılar ise torunlarının geleceğini düşünerek karamsarlığa kapılıyor.

Bu ruh hali, toplumsal barışı da olumsuz etkiliyor. İnsanlar öfkeli, gergin ve tahammülsüz hale geliyor. Trafikte, sokakta, iş yerinde yaşanan tartışmaların artması tesadüf değil. Çünkü ekonomik kaygılar, toplumsal huzuru da zedeliyor.

Çıkış Yolu Nerede?


Peki bu işin sonu nereye varacak? Elbette kimsenin elinde sihirli bir değnek yok. Fakat çözüm, görmezden gelmekte değil, gerçekleri kabullenmekte yatıyor. Ekonomi, günü kurtarmakla değil, uzun vadeli planlarla yönetilir.

Şeffaf, adil ve güven veren bir ekonomik yönetim olmadan bu sorunların üstesinden gelmek mümkün değil. Yatırımcının güvenini kazanacak, vatandaşın alım gücünü artıracak, üretimi teşvik edecek politikalar geliştirmek gerekiyor. En önemlisi de ticarette ahlakı yeniden tesis etmek, fırsatçılığın önüne geçmek şart.

Son Söz

Türkiye, tarih boyunca birçok zorluğun üstesinden gelmiş bir ülke. Bugün yaşanan ekonomik sıkıntılar da elbette aşılabilir. Fakat bunun için önce sorunları doğru tespit etmek, sonra da kararlı adımlar atmak gerekiyor.

Raflardaki fiyatların sabitlendiği, kira krizinin sona erdiği, insanların umutla geleceğe baktığı bir Türkiye özlemi yaşıyoruz. Allah bu millete yardımcı olsun. Ama sadece dua yetmez; doğru ekonomi politikalarıyla, sağlam bir yönetim anlayışıyla, toplumsal dayanışmayla bu zorlukları aşmak mümkündür.


Kalın Sağlıcakla….

OGÜNhaber