"Yerli malı yurdum malı" yaklaşımından "Çin malı candır" yaklaşımına
Rahmetli babam Türkiye’de bebek arabalarını ilk üreten sanayiciydi.
Onun vefatından sonra ben ve kardeşim işimizi devam ettirdik ve Türkiye'nin tüm il ve ilçelerinde bayiliklerimiz vardı. Babam fabrikamızı 1948 yılında kurmuştu.
Ve Özal dönemine gelindiğinde ithalat kısıtlamaları birer birer kalktı.
Bu bağlamda Çin, Kore malı bebek arabaları da piyasaya girmeye başlamıştı.
Hal böyleyken,
Biz ve bizim gibi üretim yapan sanayi kuruluşları bir süre sonra rekabet edemez hâle geldi. Zira bizim imal ettiğimiz ürünün yarı fiyatına mal satıyorlardı piyasaya. Tabi ürünlerinin sağlamlıkları sıfırdı. Onların ürünleri 1 yılda çöp olurken bizim ürünlerimiz en az iki nesil kullanılıyordu ama maalesef bu çürük mallar piyasada bizim rekabet gücümüzü eritti.
Bize yansıması ise 1989’da fabrikayı kapatmak şeklinde oldu.
O zamanlar/Yani bundan 35 yıl önce aynen şunu demiştim:
“Eğer bu Çin malı furyası sınırsız/kuralsız/ucu açık şekilde ve sadece ucuz olduğundan hareketle böyle devam ederse orta ve uzun vadede bu işin sonu yerli üretim için felaket olacaktır…”
Geldiğimiz nokta şu:
Türkiye hem kalitesiz ve hurda Çin malı deposu haline geldi ve hem de Türk sanayinin lokomotifi ağır sanayi ve otomotiv sanayi alarm zilleri çalmaya başladı…
Sadece ben demiyorum bunu…
Ülkemizde demir çelik sektörünün başat aktörü ve sektöre İskenderun merkezli 4-5 milyar dolardan fazla yatırım yapan; aynı zamanda da ülkemizin medar-ı iftiharı TOGG otomobil firması yönetim kurulu başkanı Fuat Tosyalı bakın ne diyor:
“Çinli üreticilerin dampingli çelik ihracatı gün geçtikçe artıyor.
Türkiye’nin Çin merkezli çelik ithalatı da sürekli artıyor.
Bu şartlarda iyileştirici yatırım mümkün olmadığı gibi, mevcut varlıkların da korunması imkansız hale geldi.
Tedbir almakta geciktik ve eğer hala bir önlem alınmazsa Türkiye çelik sektörü telafisi imkansız tahribatlar yaşayacak…”
Arkadaşlar!
Hepiniz şahit oluyorsunuz ki;
Türkiye piyasası iğneden otomobile, iplikten enerji tribünlerine,
Sağlık malzemelerinden kırtasiye ürünlerine,
Oyuncak ve bebe ürünlerinden, mutfak malzemelerine kadar;
Hammadde veya nihai tüketim malzemesi ayırt etmeksizin tamamen Çin mallarıyla dolup taşıyor.
Hele de, Amerika tarafından Çin’e yaptırımlar artırıldıkça Çin’de şişen ürün piyasası özellikle otomotiv ve demir-çelik sektörü gibi Türkiye’nin en stratejik yerli sanayi üretimine büyük darbe vurma noktasına geldi.
Düşünün;
Çin ile ticaret açığımız 50 milyar doları aşmış.
Bu ne demek?
Çin’e 1 milyar dolarlık mal satarken, Çin’den 51 milyar dolarlık mal alıyoruz demektir.
Bu nedir biliyor musunuz?
Çin’in, başta küresel piyasalar olmak üzere Türkiye piyasasını işgali demektir.
Tam bu noktada,
Bazıları çıkıp “Çin’i tehlike görüyorsun da; on yıllardır Avrupa ülkeleri ve Amerika’dan ithalata bir şey demiyorsun. Zaten Çin karşıtısın” gibi siyasi yorum yapabilirler.
Bence yapmayın…
Çin’in sakin ve mağdura yatan devlet mantalitesine veya diğer ülkelerde oluşan Amerikan karşıtlığını kullanan sempatik yaklaşımına itibar etmeyin derim.
Çin, bir Amerika olmadığı için,
Veya Avrupa ile olduğu gibi yakın teşrik-i mesaide olmadığımız/uzak ve kapalı bir ülke olduğu için bazı şeyler göründüğü gibi değil ve aslında Çin’in gerçek karakterinden bihaberiz.
Arkadaşlar!
Evet, Amerika kötü ama bilesiniz ki Çin kötünün daha kötüsü.
Evet, Avrupa kötü ama bilesiniz ki Rusya kötünün daha kötüsü…
Eğer ki,
Küresel hakimiyet ve etkinlik bağlamında,
Çin, Amerika noktasına gelse;
İşte o zaman gerçek Çin’i ve Amerikan emperyalizmine rahmet okutacak emsali görülmemiş Çin emperyalizmini görürsünüz.
Ama o zaman, iş işten geçmiş olur.
İşte o zaman,
Kendi vatandaşlarını bile bir üretim aracı gören Çin yönetsel anlayışının acımasızlıkta sınırsızlığını yaşamaya başlamış oluruz.
Devlet olmak ve ülkesel yaklaşım sergilemek birey olmaktan farklıdır.
Bireyler duyguları ve kişisel hesaplarıyla hareket edebilirler.
Ki, bu gayet normal ve de makuldür.
Ama aynı bireyler, ülke ve devlet yöneticisi olduğunda daha farklı sebep ve saikleri dikkate almak zorundadırlar.
Bazen iki kötüden birini/daha az kötü olanı seçmek durumunda kalırlar.
Hangisinin kötü veya daha az kötü olduğunu belirlemek ve karar vermekse ortak akıl/devlet aklı demektir.
Devlet aklı/Ortak akıl ise çok bilinmeyenli bir denklemi en az hasarla çözebilme becerisi gerektirir.
Türkiye’nin, Çin/Amerika/Avrupa Ülkeleri/Rusya perspektifi de, pek çok parametreyi dikkate alarak oluşturması gereken çok bilinmeyenli bir denklem gibidir.
Benim fikrimce;
Her artı ve eksiyi/her tür getiri ve götürüyü/ her tür güncel etki ve gelecek opsiyonlarını masaya koyduğumuzda,
Ve aynı zamanda Türkiye’nin yaşam tarzı/genetik kodları ve gelecek tahayyülesini dikkate aldığımızda,
Amerika ve Avrupa, her şekilde Çin ve Rusya’dan daha az kötü/daha az uzak ve daha az dezavantajlıdır.
Bakın; yeniden söylüyorum:
Amerika da, Avrupa da dostumuz değildir ama onların ne yapacaklarını veya neyi yapmayacaklarını/kötülüklerinin derece ve sınırını artık biliyor veya öngörebiliyoruz.
Fakat Çin ve Rusya,
Özellikle de Çin; bir meçhul/bulanık su ve normal olmayacak kadar cazip tekliflerle gelen bir koyu karanlık gibi…
Sanki elini kaptırsan kolunu, kolunu kaptırsan tüm bedenini ham edip yutacak dipsiz kuyuya benzer bir canavar ağzı gibi…
Sonuç:
Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi;
Küresel siyasi riskler ve yaşanan küresel ekonomik sıkıntılar ülke ekonomimizi de maalesef etkiliyor.
Ekonomi yönetimimiz çıkış yolu arıyor ve yoğun bir şekilde çalışıyor.
Bu esnada,
Doğrudan veya dolaylı dış kaynaklı yatırım ve finansman ihtiyacımız aşikâr.
Ama uyarıyorum:
Ekonomik olarak sıkışık olduğumuz bu hengamede,
Sırf yalnızlaştırıldıkları için bize ve bizim gibi ülkelere cazip tekliflerle “gel gel” eden Çin ve Rusya’ya sempati duymak veya tekliflerini sempatik bulmak yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan daha beterdir.
Amerika ve Avrupa ne fazla büyütür ne fazla küçültür.
Ama Çin ve Rusya direk çöker; ya süründürür ya öldürür…
Son olarak:
Türkiye’de, önünüze kim denk gelirse sorun,
Yahut da herhangi bir sınıflama veya sınırlandırmaya tabi tutmadan anket yaptırın ve “gidecek olsanız hangi ülkelere gitmek istersiniz” diye sorun…
Alacağınız cevap ne olacak görün bakalım.
Adım kadar eminim ki,
Avrupa ülkeleri ve Amerika diyenlerin oranı yüzde 80-90 civarından aşağı olmayacaktır.
Başka da sözüm yok…
O zamanlar/Yani bundan 35 yıl önce aynen şunu demiştim:
“Eğer bu Çin malı furyası sınırsız/kuralsız/ucu açık şekilde ve sadece ucuz olduğundan hareketle böyle devam ederse orta ve uzun vadede bu işin sonu yerli üretim için felaket olacaktır…”
Geldiğimiz nokta şu:
Türkiye hem kalitesiz ve hurda Çin malı deposu haline geldi ve hem de Türk sanayinin lokomotifi ağır sanayi ve otomotiv sanayi alarm zilleri çalmaya başladı…
Sadece ben demiyorum bunu…
Ülkemizde demir çelik sektörünün başat aktörü ve sektöre İskenderun merkezli 4-5 milyar dolardan fazla yatırım yapan; aynı zamanda da ülkemizin medar-ı iftiharı TOGG otomobil firması yönetim kurulu başkanı Fuat Tosyalı bakın ne diyor:
“Çinli üreticilerin dampingli çelik ihracatı gün geçtikçe artıyor.
Türkiye’nin Çin merkezli çelik ithalatı da sürekli artıyor.
Bu şartlarda iyileştirici yatırım mümkün olmadığı gibi, mevcut varlıkların da korunması imkansız hale geldi.
Tedbir almakta geciktik ve eğer hala bir önlem alınmazsa Türkiye çelik sektörü telafisi imkansız tahribatlar yaşayacak…”
Arkadaşlar!
Hepiniz şahit oluyorsunuz ki;
Türkiye piyasası iğneden otomobile, iplikten enerji tribünlerine,
Sağlık malzemelerinden kırtasiye ürünlerine,
Oyuncak ve bebe ürünlerinden, mutfak malzemelerine kadar;
Hammadde veya nihai tüketim malzemesi ayırt etmeksizin tamamen Çin mallarıyla dolup taşıyor.
Hele de, Amerika tarafından Çin’e yaptırımlar artırıldıkça Çin’de şişen ürün piyasası özellikle otomotiv ve demir-çelik sektörü gibi Türkiye’nin en stratejik yerli sanayi üretimine büyük darbe vurma noktasına geldi.
Düşünün;
Çin ile ticaret açığımız 50 milyar doları aşmış.
Bu ne demek?
Çin’e 1 milyar dolarlık mal satarken, Çin’den 51 milyar dolarlık mal alıyoruz demektir.
Bu nedir biliyor musunuz?
Çin’in, başta küresel piyasalar olmak üzere Türkiye piyasasını işgali demektir.
Tam bu noktada,
Bazıları çıkıp “Çin’i tehlike görüyorsun da; on yıllardır Avrupa ülkeleri ve Amerika’dan ithalata bir şey demiyorsun. Zaten Çin karşıtısın” gibi siyasi yorum yapabilirler.
Bence yapmayın…
Çin’in sakin ve mağdura yatan devlet mantalitesine veya diğer ülkelerde oluşan Amerikan karşıtlığını kullanan sempatik yaklaşımına itibar etmeyin derim.
Çin, bir Amerika olmadığı için,
Veya Avrupa ile olduğu gibi yakın teşrik-i mesaide olmadığımız/uzak ve kapalı bir ülke olduğu için bazı şeyler göründüğü gibi değil ve aslında Çin’in gerçek karakterinden bihaberiz.
Arkadaşlar!
Evet, Amerika kötü ama bilesiniz ki Çin kötünün daha kötüsü.
Evet, Avrupa kötü ama bilesiniz ki Rusya kötünün daha kötüsü…
Eğer ki,
Küresel hakimiyet ve etkinlik bağlamında,
Çin, Amerika noktasına gelse;
İşte o zaman gerçek Çin’i ve Amerikan emperyalizmine rahmet okutacak emsali görülmemiş Çin emperyalizmini görürsünüz.
Ama o zaman, iş işten geçmiş olur.
İşte o zaman,
Kendi vatandaşlarını bile bir üretim aracı gören Çin yönetsel anlayışının acımasızlıkta sınırsızlığını yaşamaya başlamış oluruz.
Devlet olmak ve ülkesel yaklaşım sergilemek birey olmaktan farklıdır.
Bireyler duyguları ve kişisel hesaplarıyla hareket edebilirler.
Ki, bu gayet normal ve de makuldür.
Ama aynı bireyler, ülke ve devlet yöneticisi olduğunda daha farklı sebep ve saikleri dikkate almak zorundadırlar.
Bazen iki kötüden birini/daha az kötü olanı seçmek durumunda kalırlar.
Hangisinin kötü veya daha az kötü olduğunu belirlemek ve karar vermekse ortak akıl/devlet aklı demektir.
Devlet aklı/Ortak akıl ise çok bilinmeyenli bir denklemi en az hasarla çözebilme becerisi gerektirir.
Türkiye’nin, Çin/Amerika/Avrupa Ülkeleri/Rusya perspektifi de, pek çok parametreyi dikkate alarak oluşturması gereken çok bilinmeyenli bir denklem gibidir.
Benim fikrimce;
Her artı ve eksiyi/her tür getiri ve götürüyü/ her tür güncel etki ve gelecek opsiyonlarını masaya koyduğumuzda,
Ve aynı zamanda Türkiye’nin yaşam tarzı/genetik kodları ve gelecek tahayyülesini dikkate aldığımızda,
Amerika ve Avrupa, her şekilde Çin ve Rusya’dan daha az kötü/daha az uzak ve daha az dezavantajlıdır.
Bakın; yeniden söylüyorum:
Amerika da, Avrupa da dostumuz değildir ama onların ne yapacaklarını veya neyi yapmayacaklarını/kötülüklerinin derece ve sınırını artık biliyor veya öngörebiliyoruz.
Fakat Çin ve Rusya,
Özellikle de Çin; bir meçhul/bulanık su ve normal olmayacak kadar cazip tekliflerle gelen bir koyu karanlık gibi…
Sanki elini kaptırsan kolunu, kolunu kaptırsan tüm bedenini ham edip yutacak dipsiz kuyuya benzer bir canavar ağzı gibi…
Sonuç:
Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi;
Küresel siyasi riskler ve yaşanan küresel ekonomik sıkıntılar ülke ekonomimizi de maalesef etkiliyor.
Ekonomi yönetimimiz çıkış yolu arıyor ve yoğun bir şekilde çalışıyor.
Bu esnada,
Doğrudan veya dolaylı dış kaynaklı yatırım ve finansman ihtiyacımız aşikâr.
Ama uyarıyorum:
Ekonomik olarak sıkışık olduğumuz bu hengamede,
Sırf yalnızlaştırıldıkları için bize ve bizim gibi ülkelere cazip tekliflerle “gel gel” eden Çin ve Rusya’ya sempati duymak veya tekliflerini sempatik bulmak yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan daha beterdir.
Amerika ve Avrupa ne fazla büyütür ne fazla küçültür.
Ama Çin ve Rusya direk çöker; ya süründürür ya öldürür…
Son olarak:
Türkiye’de, önünüze kim denk gelirse sorun,
Yahut da herhangi bir sınıflama veya sınırlandırmaya tabi tutmadan anket yaptırın ve “gidecek olsanız hangi ülkelere gitmek istersiniz” diye sorun…
Alacağınız cevap ne olacak görün bakalım.
Adım kadar eminim ki,
Avrupa ülkeleri ve Amerika diyenlerin oranı yüzde 80-90 civarından aşağı olmayacaktır.
Başka da sözüm yok…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Süleyman S.
Bulgurlu
Salih H.
Murat
Ertan Karaman
Şenay Düdek