Bütün Çılgınlar Sever Beni: Kıskançlığın anatomisi ve modern ilişkilerin patolojisi üzerine

Bütün Çılgınlar Sever Beni: Kıskançlığın anatomisi ve modern ilişkilerin patolojisi üzerine

Stefan Tsanev’in kaleminden çıkan ve Hüseyin Mevsim’in Türkçeye ustalıkla kazandırdığı Bütün Çılgınlar Sever Beni, Moda Sahnesinin 2013’ten bu yana sahnelediği bir komedi oyunu olmanın çok ötesinde; insan psikolojisinin en kadim, en ilkel ve en dipteki dürtülerinden biri olan kıskançlık patolojisini sahne üzerinde neredeyse laboratuvar titizliğiyle inceliyor. Kemâl Aydoğan’ın rejisi, Bengi Günay’ın yalın ve etkileyici sahne tasarımı ve İrfan Varlı’nın dramatik yoğunluğu besleyen ışıkları, metnin ironik gücünü destekleyen güçlü bir omurga oluşturuyor.

Metin: Kıskançlığın Çok Katmanlı Anatomisi

Tsanev’in metni, kıskançlığı salt bir duygusal reaksiyon ya da ilişki sorunu olarak değil, bireyin iç dünyasındaki eziklik, aşağılık kompleksi ve değer yoksunluğu duygularıyla harmanlanmış hastalıklı bir yapı olarak ele alıyor. Yosif karakteri, kıskançlığın görünürde klâsik durmayan oysa kendi içinde cereyan eden “Othello sendromu” diyebileceğimiz kadar kökleşik biçimini yansıtırken Angel ve Maria üzerinden ilişkilerin modern zamanlarda aldığı hâlini de görünür kılıyor.

Freudyen perspektiften bakıldığında, Yosif’in davranışları, bastırılmış güvensizliklerin ve narsistik kırılmaların dışavurumu olarak okunabilir. Jungyen açıdan kritize ettiğimizdeyse kıskançlık, gölge arketipinin sahneye taşınması diyebiliriz zira Yosif, Angel’ı hem bir rakip hem de kendi gölgesinin yansıması olarak algılıyor. Maria ise bu gölgenin ve duygusal karmaşanın tam merkezinde, modern çağ kadınının bağımsızlık arayışıyla geleneksel roller arasında sıkışmış hâlini temsil ediyor.



Kıskançlık ve Modern Çağ Üzerine

Psikoloji literatüründe kıskançlık, ilişkiye dair gelişen kaygının dışavurumu olarak tanımlanır ancak modern çağ, bu kaygıyı neredeyse tamamen inkâr etmeyi bir erdemmiş, bütün kıskançlık türlerini de betmiş gibi gösteriyor; ilişkilerin en ayıplanan duygularından biri hâline getiriyor ve bunu da herkese şiddetli biçimde dayatıyor. Sosyal medyanın, hızlı tüketilen ilişkilerin ve sathi mutluluk gösterilerinin hüküm sürdüğü çağımızda en ufak kıskançlık, adeta “zayıflık” ya da “psikolojik sorun” olarak damgalanıyor. Oysa her damgalanma ve bastırılan her duyguda olduğu gibi, kıskançlık da ileri düzeyde bastırılma durumunda kendine daha yıkıcı yollar buluyor; pasif-agresif tavırlar, iletişim kopuklukları ve nihayetinde daha onulmaz yaralar… Dolayısıyla aşırı kıskançlığın tehlikeli ve zararlı olduğunun kabul edildiği, araştırmalarla tespit edildiği ve görüldüğü gibi, kıskançlığın hiç olmaması gerektiğine dair kişinin kendisini fazlaca baskılaması da bir başka sıkıntılı durumu muhteva ediyor.

Tsanev’in metni, bir yandan kıskançlığın altında yatan etmenleri ve sonuçlarını faş ederken diğer yandan bastırmaların yarattığı patolojiyi gösteriyor; mamafih okuru ve seyirciyi de kendi ilişkileri üzerine düşündürmeye zorluyor.



Reji: Kemâl Aydoğan’ın Tertemiz Dokunuşları

Kemâl Aydoğan, üst seviyedeki kontrolsüz duygu durumlarının yarattığı dehşeti, bir komedi perdesi ardında ustalıkla işliyor. Oyunda mizah, yüze vurumcu bir işlev görüyor. Gülmek, seyircinin yüzleşmekten kaçındığı duygulara bakabilmesini kolaylaştırıyor.

Aydoğan, metni aşırı dramatize etmeden, ironiyi de hafife almadan dengede tutmayı başarıyor. Bu, yalnızca ustalıkla çizilmiş bir mizansen anlayışının değil, aynı zamanda karakter dramaturjisinin sahneye titizlikle aktarılmasının sonucu... Yönetmen olarak, metni adeta bir karakter laboratuvarına çevirirken, fazlalıklardan arındırılmış bir sahneleme estetiğini tercih ediyor.

Oyunun temposu, özenle işlenmiş ve komedilere uygun ritmik yapıya sadık kalınmış. Güldürünün gerektirdiği hızlı diyalog akışı, sahne geçişlerinde kullanılan organik tempo ile birleşerek seyirciye neredeyse nefes aldırmadan ilerliyor lâkin bu hız, karakterlerin psişik derinliğini ne yüzeyselleştiriyor ne de gölgede bırakıyor; aksine, duraksamalarda yaratılan iç ritim, seyircinin karakterlerin kırılma anlarına tanıklık etmesine olanak tanıyor. Bu, rejinin en güçlü taraflarından biri: Dışsal aksiyon ile içsel çatışma arasındaki gerilimi dengede tutmak…

Sahne ve ışık tasarımının yapısı, izleyenlerin dikkatini metnin ve oyunculukların üzerine odaklıyor. Aydoğan’ın mizansen tasarımındaki bu “temiz rejisörlük”, seyirciye duru bir teatral deneyim sunuyor. 80 dakikalık sürenin nasıl geçtiğinin fark edilmemesi, yalnızca oyunun gelişme hızının başarısıyla değil, sahne üzerinde kurulan tansiyonun sürekliliği ile de açıklanabilir. Bu süreklilik, sahne matematiğinin mantığına hâkim bir rejisörlük anlayışının sağlam bir kanıtı...



Sahne, Işık ve Kostüm Tasarımı

Bengi Günay’ın sahne tasarımı, ileri aşamadaki kıskançlığın daraltan dünyasını mekâna çeviriyor. Dışarıya kapanmış, duvarlarla, binalarla ve o binalarda resmedilen daracık pencerelerle sınırlı bir yaşam alanı, esasında Yosif’in zihnindeki hapishaneyi temsil ediyor.

İrfan Varlı’nın ışık tasarımı, bilhassa kimi repliklerde açığa çıkan gökyüzüne ve sonsuzluğa yapılan göndermeleri destekleyen, nüanslı bir oyun kurulmasına destek veriyor.

Kostümler, oyun kişilerinin sosyo-psikolojik durumlarını yansıtmakta oldukça başarılı: Yosif’in daha kontrollü ve klâsiğe yakın giyimi, bastırılmışlığını; Angel’ın daha rahat tavrı ise içsel özgürlüğünü vurguluyor.

Oyunculuklar

Mert Fırat (Yosif): Fırat’ın sahnedeki hâkimiyeti, neredeyse ustalık dersi niteliğinde... Rahat, kendinden emin ve bir o kadar da incelikli bir oyun kuruyor. Yosif’in kıskançlığını ve egosantrik kisvesini sadece bağırarak ve yüksek bir tondan değil; küçük jestlerle, bakışlarla ve ses tonundaki titreşimlerle seyirciye geçiriyor.

Çağlar Yalçınkaya (Angel): Oyuncu, mizahın doğallığını korurken, dramatik derinliği de elden bırakmıyor. Özellikle türlü metaforlar üzerine kurulu tümcelerinde seyirciyi metnin şiirselliğine çekiyor. Ayrıca diğer karakterlerle olan mesafesini de çok doğru bir şekilde ayarlıyor.

Öznur Serçeler (Maria): Serçeler, Maria’nın ruhsal karmaşasını ve bağımsızlık arzusuyla duygusal bağları arasındaki gelgitleri büyük bir incelikle sahneye taşıyor. Karakterin ikilemlerini seyirciye anlatmakla kalmıyor, hissettiriyor.



Sonuç: Samimiyetin ve Sahiciliğin Tiyatrosu

Bütün Çılgınlar Sever Beni, yalnızca bir komedi değil; insan doğasının karanlık ve bastırılmış yanlarını ironik bir aynadan seyirciye yansıtan, psikolojik ve sanatsal hassasiyeti yüksek bir eser… Moda Sahnesinin samimi, sade ve temiz rejisi, güçlü oyunculuklarla birleşerek izleyiciye onu hem düşündüren hem de keyifle güldüren bir teatral deneyim sunuyor.

Kıskançlığın, ezikliğin ve aşağılık kompleksinin antik tragedyalardan bugünün dijital çağ ilişkilerine uzanan panoraması, bu oyunu izlenmesi gereken bir yapıt hâline getiriyor. 80 dakikanın sonunda salondan çıkan seyircinin, bir hikâye izlemekle kalmayıp kendi labirentlerinde de dolaştığını hissetmesi, tiyatronun dönüştürücü gücünü bir kez daha kanıtlıyor.



Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
  • Egemen
    Teşekkürler
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet